Pages

19 Mayıs 2017 Cuma

Medya Gerçeği : Noam Chomsky ve Rızanın İmalatı

Medyanın nasıl ve hangi toplumsal koşullar içerisinde üretim yaptığı ile araştırmalarda bulunan en önemli düşünürlerin başında Noam Chomsky ve Edward S. Herman gelmektedir. İki ünlü akademisyen, birlikte yazmış oldukları ‘’Rızanın İmalatı: Kitle Medyasının Ekonomi Politiği’’ adlı kitapta Amerikan medyasının haber üretimini eleştirel bir perspektifle incelemişlerdir. Bu çalışmada, medya çalışmalarındaki önemli ve hala geçerliliğini koruyan kuramlardan birisi olan ‘’Propaganda Modeli’’ kuramını ortaya atmışlardır.


Bu modele göre, medya toplumdaki siyasi ve ekonomik sistemin kurallarından bağımsız bir biçimde var olamaz. Bu sebeple, medya endüstriyel kapitalizmin yasalarına göre şekillenir. Medya, kapitalist denetim ve kontrol altındadır. Artık, bilinç ile ilgili alanlar kamusal tartışmalar sonucu uzlaşılan ortak paydalar olmaktan çıkmış,kendisi bir endüstri haline gelmiştir.

Bunun en önemli göstergelerinden bir tanesi, pazarda bulunan şirket sayısıdır. Ben Bagdikian 1983 yılında yayımlamış olduğu ‘’ The Media Monopoly ‘’ ( Medya Tekelleşmesi) adlı kitabında dünyanın büyük bir bölümü için haber,film,müzik vb. kültürel ürünlerin üretimini,dağıtımını ve gösterimini yapan şirket sayısının 50 olduğunu belirlemişti. Chomsky ve Herman ise bu sayının artık çok daha azaldığını bu araştırmalarında ortaya koymuşlardır.


Bugün biliyoruz ki, medyadaki tekelleşme daha da uç boyutlara ulaşmıştır. Bütün sektöre 6 büyük medya şirketi egemen olmaktadır.


Bu yüzden, Chomsky ve Herman medyanın demokratikliğinin ve demokratik bir toplum düşünü gerçek kılmak için mücadele ettiği mitinin ayaklarının yere sağlam basmadığını iddia etmektedirler. Bu şirketler, medyada kendilerine muhalif olacak seslere yer vermezler.



Ayrıca, medya içeriğini bu şirketlerinin oluşturması, toplumdaki bütün bir fikir ikliminin de bu şirketler ve onların politikaları doğrultusunda oluşturulduğu anlamına gelmektedir. Buna göre, totaliter rejimlerin sopası varsa, demokrasinin de propagandası vardır.


Neyin haber olacağı, hükümet , iş dünyası ve medya patronları tarafından belirlenmektedir. Bu kurumlar, temel konularda ortak bakış açısına sahip olduklarından dolayı,birbirlerine rakip olarak gözükseler bile kendi zararlarına olabilecek söz ve eylemlerin medyada yer almasına müsaade etmezler. Bu sebeple çok açık bir sansür vardır. Bu yüzden Amerikan medyasının – ve medyanın kapitalist ekonomi içerisinde bulunduğu hiçbir ülke medyasının – demokratik nitelikler taşıdığını iddia etmek doğru değildir.


Chomsky ve Herman’ın önemli iddialarından birisi de medya çalışanlarıyla alakalıdır. İki düşünüre göre, habercilerin, gazetecilerin hissettikleri açık veya gizli bir sansür olduğu düşüncesi tam olarak doğruyu yansıtmaz. Hatta ana akım medya içerisinde yer alan bir medya çalışanına baskıya maruz kaldığını soracak olursanız, o kişi size kesinlikle bunun doğru olmadığını, haber üretim sürecinde bütün kararları,hiçbir telkine dahi maruz kalmadan kendisinin aldığını söyleyecektir. Tam bu noktada ikilinin buna cevabı şudur : ‘’ Gerçekten de haberciler üstünde bir baskı ve sansür yoktur çünkü onlar neyi söyleyip söylememesi gerektiklerini bildikleri için oradadırlar. Onlar iyi okullarda eğitim almış, elit kesimden aldıkları burslarla eğitimlerine devam etmiş, onların düzenlemiş olduğu etkinliklere katılmış ve geçirdikleri bu uzun eğitim sürecinin sonucunda sahip oldukları ideoloji toplumun üst kesimindekilerle birbirlerine çok yakın olmuştur. Egemen değerler artık bu genç gazeteciler tarafından içselleştirilmiştir. ‘’  Bunun sonucunda da ana akım medya, sistemin kendisini üretmesi ve sürdürmesinde önemli bir role sahip olan kalifiye çalışan ihtiyacını gidermiştir. Böylece sistem artık ‘’ rıza üretmeye’’ hazırdır.


‘’ Rızanın İmalatı’’ kavramı Chomsky ve Herman’dan yıllar önce, Walter Lippman tarafından ‘’ Kamuoyu ( The Public Opinion)  adlı kitabında kullanılmıştı ve demokrasinin etkin bir şekilde işleyebilmesi için geniş halk topluluklarının düşüncelerinin ‘’ ortak bir sağduyuda’’ buluşturulmasının önemi ve gerekliliğinden bahsetmiştir. Bunu da rızanın üretilmesi olarak tanımlamıştır.

Chomsky ve Herman’ın oluşturdukları propaganda modeli 5 süzgeçten oluşur:




  1. Kitlesel Medyanın Büyüklüğü ve Mülkiyeti:  Medya, liberal ekonomi içerisinde işleyen kurumlardan bir tanesidir. Serbest Pazar felsefesinde bütün fikirler ( bizim konumuzda medya şirketleri) ortak bir alanda bulunur ve en çok kabul gören fikir kendisine diğer fikirlere göre sağlam bir yer edinir. Serbest Pazar ekonomisi şeklinde işleyen kapitalist sistemin içinde yer alan medya şirketleri için de durum aynıdır. Bir sürü medya şirketi arasından, gücünü en çok kabul ettiren ve bunu sürdürebilenler ayakta kalabilmektedir. Daha küçük çaplı şirketlerin sektörde sözlerini geçirmeleri, üretim ve dağıtımlarını yaygınlaştırılmaları mümkün değildir. Çünkü git gide bir yoğunlaşma ve tekelleşme süreci yaşanmaktadır. Bunun neticesinde de medya muhalif,kendi ideolojisi dışında olanların görüşlerini ya hiç dillendirmez ya da bu görüşleri marjinalize ederek kabul edilebilirliğini güçleştirmektedir.
  2. Gerekli Reklam Ruhsatı: Medya şirketleri ticari kuruluşlardır.  En büyük gelir kaynakları da reklamlardır. Ürettikleri programlarla satın alma gücüne sahip, para harcamaya hazır müşterilere ulaşarak belli bir reyting/tirajın üstüne çıkmaya çalışırlar. Bunu başardıkları takdirde, kendi ürünlerini ( izleyicileri-yani bizleri) reklamcılara belli bir ücret karşılığında satabileceklerdir. Medyanın temel işleyiş prensibi budur. Bu sebeple medya ekonomik düzeyi belli bir seviyenin üzerinde olanlara hitap eder, diğerlerini dışlar. Harcama gücüne sahip olmayanların sorunlarını dile getiren veya onların ilgi duydukları konularda programlar yapma düşüncesinde olmazlar. Haber üretiminde belli bir standartlaşma meydana gelir. Bu sebeple, medyanın kültürel üretim faaliyeti izleyici veya yapımcılardan ziyade reklamcıların merhametindedir.
  3. Haber Medyasının Kaynağı: Medya haber oluşturma sürecinde resmi kaynaklara bağımlıdır. Çünkü bu kaynaklar güvenilir ve kolaylıkla erişilebilirdir. Ayrıca kendi özgün haberini bulmak ve yayınlamak masraflı bir iştir. Bu yüzden medya devletin propaganda aracı olarak kullandığı resmi haber ajanslarına bağlı olarak, belli bir ideolojik duruşun ön kabul olarak benimsemiştir.
  4. Tepki ve Yaptırımcı Kurumlar: Tepki ile kast edilen olumsuz eleştiridir. Olumsuz eleştirisinde çekinilen iki grup da izleyiciler  ( satın alma gücüne sahip olanlar !) ve reklamverenlerdir.  Bu yüzden medya şirketleri izlerkitle sayısının azalmasına neden olacak şekilde yayın yapıp elde edecekleri reklam gelirlerinden mahrum kalmak istemezler. Bu durum da medyadaki çeşitliliğin ciddi manada zarar görmesine yol açmaktadır.
  5. Bir denetim olarak Anti-Komunizm: Özetle, medyanın kapitalist bir düzen içinde yer almasından dolayı, bu düzeni tehdit eden komünizme ait bütün düşünce ve görüşler sistemli bir şekilde dışarı itilir. Böylece düzenin sağlıklı bir şekilde işlemesi sağlanır.

İşte Chomsky ve Herman medyanın işleyişini bu şekilde açıklıyorlar. Değişik çevrelerce propaganda modeline farklı eleştiriler gelmiştir. Bunlar modelin komplo teorisine yakın olduğu, medya profesyonelliği ve nesnelliğin göz ardı edildiği, muhalefeti ve direnişi açıklamakta yetersiz kaldığı ve medyaya aşırı mekanik bir şekilde baktığı, onun toplum içindeki dinamikleri göz önüne almadığını vurgulamaktadır. Fakat buna rağmen Chomsky ve Herman bütün iddialarını çeşitli araştırmalarla kanıtlama çabasına girmişlerdir ve başarılı da olmuşlardır.

Bütün iddiaları ve kendisine yöneltilen bütün eleştirilerle birlikte, Propaganda Modeli iletişim çalışmalarında çok önemli bir yer tutmaktadır. Rızamızın imal edilmesini istemiyorsak, doğruluğuna inanmak zorunda olmasak bile bile bu modelin söylediklerinden en azından haberdar olmalı ve medyanın ürettiklerine ve kendisine alternatif bir bakış gerçekleştirmeliyiz. Bunun için de Chomsky’in Rızanın İmalatı adlı belgeseli doğru bir başlangıç olacaktır :


18 Mayıs 2017 Perşembe

Medyanın Etkilerine Alternatif Bir Bakış: Kültürel Göstergeler ve Ekme Kuramı

Medyanın etkileri hakkında yapılan çalışmalar, iletişim bilimlerinin ilk günlerine kadar geri götürülebilir. 1920-30’larda yapılan araştırmalar medyanın güçlü etkileri olduğunu söyleyen sihirli mermi/propaganda modeliyle başlamış, 1950’lerde savaşın bitmesi ve demokratik bir iklimin oluşmasıyla ‘’ İki aşamalı akış kuramına’’ yerini bırakarak medyanın mutlak gücünü biraz olsun kırmış, 1970’lerde ise ‘’Kullanımlar ve Doyumlar’’ kuramı ile birlikte medyanın insanlara ne yaptığından ziyade insanların medya ile ne yaptığı sorusu ön plana çıkartılmıştır.

Etki çalışmalarına özgün bir yaklaşım da George Gerbner’den gelmiştir. 1960’lı yıllarda ‘’ Kültürel Göstergeler Projesi’’ adı altında yürüttüğü  çalışmaları televizyonun etkilerinin uzun zamanlı olduğu, sonunda ‘’sosyal bir ekme’’ ye sebep olduğunu söylemiş ve bunu da şiddetin medyadaki temsiliyle ilişkilendirmiştir.


Bu teoriye göre, medyanın etkileri kişilerin davranışlarından ziyade tutumları üzerinde etkilidir. Televizyon, egemen değer ve tutumları normalleştirir, bu ideolojileri ‘’gündelik yaşam mitolojileri’’ içerisinde saklayarak onların insanlar tarafından benimsenmesini sağlar. Aynı zamanda televizyon siyasette orta yol değerleri ekme eğilimindedir.

Televizyon programları düzenli bir şekilde birbirleriyle tutarlı mesajlar vererek belli kalıpları insanların zihinlerine işler. İnsanlar bu programları izledikçe televizyon programlarıyla tutarlı tutumlar oluşturmaya başlarlar. Şiddet örneği burada en dikkat çekici örneklerdendir. Çoğu araştırmacının aksine, Gerbner televizyonun şiddet davranışına sebep olmadığını fakat televizyondaki şiddet eylemlerinin her gün düzenli bir şekilde izlenmesiyle, insanların dünyadaki şiddet algısının pekişmesinde etkili olduğunu iddia etmiştir. Bunu da ‘’ Kötü Dünya Sendromu ‘’ kavramıyla açıklamıştır: 

Özellikle gençler ve çocuklar üzerinde etkisi olduğunu düşünür.  Çünkü bu kişiler televizyona enformasyon kaynağı olarak daha bağlı ve savunmasızdırlar. Aynı zamanda, televizyonu yalnız başına, verdiği mesajları başkalarıyla tartışıp sorgulama şansına sahip olmayan insanlar da televizyonun ekme etkisine daha duyarlıdırlar.

Bununla birlikte, şiddetin aşırı sunumu, kanun ve kurallar hakkındaki görüşlerin savunulmasını sağlar. Aksiyon ve macera türleri, toplumsal düzene, statükoya olan inancı arttırır.

Televizyonun bu etkileri yavaş yavaş olur. Fakat diğer medyalara göre etkisi sert ve kalıcıdır. Fazla televizyon izleyenlerde korku, dünyanın berbat bir dünya olduğu algısı oluşur. Şöyle ki, televizyonda şiddet haberleri izleyen bir kişi ile bu haberleri daha az izleyen ya da hiç izlemeyen kişiler arasında yapılan araştırmalarda, vaktinin çoğunu televizyon karşısında geçiren kimselerin dünyadaki suçların ve şiddetin varlığını diğerlerine nazaran abartma eğiliminde oldukları görülmüştür. Bunun bugünkü video oyunlar ile ilişkisini izlemek için :

Ayrıca televizyon temsil ettiği toplumsal grupların temsilinde de birtakım sıkıntılar vardır ve bunlar da şiddetin yeniden üretilmesine katkı sağlamaktadır. Örneğin, azınlık,kadın yaşlı gibi gruplar daha çok kurban gibi sunulmaktadır. ‘’Beyaz,erkek’’ iktidarı temsil ederken toplumdaki diğer grupların temsilleri aynı nitelikte olmamaktadır. Televizyon bu mesajları uzun süreli bir şekilde alan kişiler,sonunda bu değerlerin doğruluğunu kabul etmektedir.

Günümüzde artık tek bilgi kaynağımız televizyon olmaması bu kuramın geçerliliğini yitirdiğine yönelik yeni argümanlar geliştirilmesine sebep olmuştur. Fakat yine de bilgi edinmek için yeni medya teknolojilerini de kullanarak çeşitli mecralarda vaktimizin çoğunu geçiriyoruz ve bu durum artık bizler için bir bağımlılık düzeyinde. Bunların üzerimizde gözle görülür çok büyük değişiklikler yaptığını fark etmesek bile, varlığımız üzerinde etki ettiklerini inkar etmemiz de mümkün değil bence…

17 Mayıs 2017 Çarşamba

Cesaretin Kamuoyu Önünde Sınanması : Suskunluk Sarmalı


Doğru bildiğiniz gerçekleri, savunduğunuz fikirleri karşınıza bir ordu dolu insan çıksa ve size ‘’ Hayır ,söylediklerin bizim doğrularımızla örtüşmüyor! ’’ dese de savunmaya devam eder misiniz ? Toplumun egemen genel düşüncesinden farklı düşündüğünüzü fark ettiğinizde sesinizi daha gür çıkartıp doğruları mı haykırırsınız yoksa insanların tepkilerini gözlemleyip onlara uyum mu sağlarsınız ?

Bu sorular iletişim çalışmalarında kamuoyu konusunda çalışanların üstüne düşündükleri sorulardan sadece bazıları. Fakat bu çalışmaları yapanlardan bir tanesi ortaya atmış olduğu kuramla bizleri düşünmeye sevk etti: Alman siyaset bilimci Elisabeth Noelle-Neumann.’’ Suskunluk Sarmalı’’ kuramının sahibi Neumann, yukarıdaki sorulara çok fazla kişinin ‘’evet’’ cevabı veremeyeceğini düşünenlerden.


Neumann’a göre, medya tarafından ele alınan konular egemen görüşü yansıtır. Açık bir şekilde toplumdaki güçlü sınıfın lehine bir haber yapılmasa da, haberlerin sunuluş biçimi, olay hakkında düşünmeye olanak tanıyan farklı yorumlar hep statükoyu koruyan niteliktedirler. Bu sebeple medya aracılığıyla topluma eleştirel olmayan,orta yolcu fikirler sunulur. Bu görüşlere katılmayanlar ise görüşlerini saklamak zorunda hissederler kendilerini. Çünkü ‘’doğrunun ve yanlışın yargıcı’’ olan medya, oluşturduğu kamuoyu sayesinde belli bir olay karşısında sahip olunması gereken tutumun ne olduğunu kitlelere söylemiştir. İnsanlar da medyanın bu yorumunu içselleştirmişler, ‘’doğruları’’ daha fazla sorgulamaya gerek görmeden ‘’olması gereken budur’’ hanesine yazmışlardır.

Özellikle, toplumdaki çoğunluğun görüşü, güçlü medya tarafından da desteklenirse bunlar azınlığın görüşüne göre daha güçlü olurlar. Ve bu döngü sonucunda, kendi düşüncelerinin doğruluğuna inanan fakat toplumdaki genel görüşe karşı çıkma cesareti gösteremeyen kişiler görüşlerini yüksek sesle dile getirmekten çekinmeye başlarlar. Çünkü işin sonunda dışlanma korkusu yatmaktadır.


Ancak tam tersi de olabilir. Eğer güçlü medya, azınlıkta olanların görüşünü desteklerse çoğunluk kampı toplumdaki ‘’ sessiz çoğunluğu’’ oluşturmuş olur. Çoğunluk ‘’ sessizlik sarmalına’’ bürünmüş olur.


Teorinin savunduğu ana nokta, medyanın gündem kurma yetisi ve kamuoyu oluşturma becerisinin birbirine eş güdümlü bir şekilde çalıştığı; oluşturulan bu ‘’konsensus (uzlaşı) sebebiyle insanların toplumdaki egemen düşüncelere uyum sağladığı ve kendilerini dışlanmaktan kurtardığıdır.

Sessizlik Sarmalı 5 temel varsayıma dayanmaktadır:      

  1. Sapkın bireyler toplumdan dışlanmakla tehdit edilir.
  2. Bireyler sürekli olarak dışlanma korkusu yaşarlar.
  3. Korku,kişinin içinde bulunduğu fikir ortamını değerlendirmesine yol açar.
  4. Değerlendirme sonucunda fikirlerini açıklar veya açıklamaz. Bu tamamen içinde bulunduğu fikir ikliminin kendi görüşlerine ne kadar uyduğu ile alakalıdır.
  5. Medya, kamuoyunun oluşması,değişmesi ve sürdürülmesinde etkilidir.

Bu iddialar doğru olsun yanlış olsun, az kişi tarafından savunulan bir görüşü toplumun çoğunluğunun inandığı düşüncelerin karşısında sınamak her zaman güç olmuştur. Fakat doğru ve gerçek, bunu kimin söylediğinden , karşısında hangi kuvvetlerin bulunduğundan bağımsız olarak bir tanedir. Bu inanılan gerçeği her koşulda savunmak zor olsa da elzemdir. Çünkü çoğunluğun gürültüsü, azınlığın ‘’ vicdanının’’ sesinin duyulmasına engel olabilir. 

Medya mı Gündemi Belirler Yoksa Kendi gündemimiz mi yaygınlaşır ? ''Gündem Belirleme Kuramına'' Bir Bakış


Kitle iletişim araçlarının eğlendirme,bilgilendirme,sosyalleştirme gibi çeşitli işlevleri vardır. Dünyaya,toplumumuza,yakın çevremize dair edindiğimiz bilgilerin birçoğunu medya aracılığıyla alırız. Bu bilgi edinme sürecini evimizde izlediğimiz televizyon, aracımızda dinlediğimiz radyo veya artık kitle iletişim araçları kadar ve hatta belki de onlardan bile daha etkili olan ve elimizden hiç düşmeyen akıllı telefonlarımız,sayesinde gerçekleştiririz.


 Fakat bu noktada bir soru belirir aklımızda: haberlerden öğrendiğim bilgiler benim için ne kadar önemli ? Televizyonlardaki haber bültenlerinin veya gazetelerde manşetten verilen haberlerin benim hayatımdaki önem derecesi nedir, bu haberler gerçekten benim ve yaşadığım toplumun gerçek sorunlarını mı yansıtıyorlar yoksa yapay bir gündemin mi ürünüler ?

İşte bu ve benzeri soruların yanıtlarını arama düşüncesiyle medyaya bakan Shaw ve McCombs, ‘’ Gündem Belirleme Teorisini’’ ortaya atmışlardır.



Bu teoriye göre, günümüz toplumunda insanlar iş dışındaki serbest zamanlarının çoğunu çeşitli ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla medyayı tüketerek geçirirler. Bu ihtiyaçlardan en önemlisi de bilgilenmektir. Özellikle modern çağda insanın tanımadığı insanlarla birlikte, çok büyük ve kalabalık şehirlerde yaşaması insanlarda gerginlik duygusuna sebep olmaktadır. Bu sebeple,insanlar bu bilinmezliğin verdiği sıkıntıdan kurtulabilmek için çevresinde olup bitenleri, içinde yaşadığı toplumdaki gelişmeleri takip etme eğilimindedir. Fakat gün içerisinde haber değeri taşıyan o kadar çok olay olmaktadır ki,insanların bütün bunları takip edebilmesi,olaylar hakkında detaylı bilgilere sahip olması ve kendi yorumunu yapabilmesi mümkün olmamaktadır.

Bireyin kendi başına yetersiz kaldığı bu noktada devreye medya girmektedir. Medya insanlar için önemli haberlerin ne olduğuna karar verir, o haberleri uygun bir biçimde hazırlayıp okunmak,izlenmek için hazır hale getirir. Bunda ne gibi bir sıkıntı var, benim yerime bu haberleri okuyup bana gerekli olanları sunuyor ve zaman kazanmamı yol açıyor, dediğinizi duyar gibiyim. Tam da bu noktada gündem belirleme kuramının detaylarına girmek istiyorum.


Shaw ve McCombs’a göre, insanlar bilgiyi çeşitli medyalardan edinmekte ve medyanın haberlere verdiği önem derecesini kabul etmeye meyilli olmaktadırlar. Medya onlara yalnızca ‘’ne ‘’ öğrenmeleri gerektiği konusunda yol göstermez aynı zamanda hangi habere ‘’ne kadar’’ önem atfedeceklerini de telkin eder. İşler biraz kontrolden çıkar gibi oldu değil mi ? Hayır, henüz yeterince değil.

Bu görüşlerin devamında, toplumda kitle iletişim araçlarının önem verdiği konuların daha çok gündemde olacağı, medyanın görmezden geldiği olaylar,düşünceler,bakış açılarının önem kaybedeceği düşüncesi vardır. Çarpıcı iddia geliyor, ‘’ Medyanın gücü onun gündemi belirleyebilmesindedir.’’ Yani Orwellcı distopyan bir bakış açısıyla, bizim ne düşüneceğimize karar veren ve bunun gerçekleşmesi için kafamıza sopayla vuran bir iktidar yoktur.


Fakat bunun yerine bunu daha incelikli bir şekilde yapan, toplumda konuşulması,tartışılması,üzerine düşünülmesi istenen konu başlıklarının belirlendiği, arzu edilmeyen diğer konuların ise ‘’insanların aklına bile gelmeyecek’’ şekilde tartışma dışına itildiği,bir seçenek olarak bile sunulmadığı bir haber üretim ve dağıtım süreci olduğunu savunmaktadır gündem belirleme kuramı.

.
Toplumsal iktidarın etkili bir şekilde sürdürülebilmesi için bilginin kontrol edilmesi gerekir. Bilginin dağıtımında en büyük rolü oynayan toplumsal kurum medyadır. Gerçekliğe ve hayata dair çoğu şeyi biz iletişim araçları vasıtasıyla ediniriz. Fakat bu medya, kapitalist bir ekonomik düzen içerisinde medya sahipleri, zengin elitler ve devletin iktidarı arasındaki mücadele ve uzlaşının sonucunda ürünlerini ortaya çıkartır. Bu da, edindiğimiz bilgilerin, haber üretim birimlerinde çalışan birtakım eşik bekçileri tarafından, kurumun yayın politikası, var olan verili  ekonomik ve siyasal sistem ve iktidarın medya kuruluşundan beklentilerinin de doğrultusunda çeşitli filtrelerden geçerek bizlere ulaşmasına yol açar. Bizlerin en doğal ve önemli haklarımızdan olay bilgi edinme süreci, toplumdaki siyasi seçkinlerin gündemi belirlemesi, inşa etmesi sonucunda manipülatif etkilere sahip olur.



Bu kuram, medyanın etkilerinin ‘’sihirli mermi’’ kuramında iddia edildiği gibi, aşılama yöntemiyle,çabuk etki eden bir sürecin sonunda gerçekleştiği görüşüne karşı çıkar. Savunulan görüşe göre, medyanın etkileri uzun dönemde belli olur. Kişilerin haberlerdeki seçiciliği etkisizleştirilir ve kısıtlı bir tercih bütünü içerisinden bilgi edinme işlemi gerçekleştirilir. Bu da Bernard Cohen’in söylediği ‘’ Medya insanların ne düşüneceklerini değil, ne hakkında düşüneceklerini belirler.’’ görüşüne arka çıkar.


Gerçekten de, medya haberlere atfettiği önemle, haberleri sunuş biçimi, olayları anlatırken kullandığı söylem, kelimeler ve bunların bir arada sunulduğu bağlamla birçok olayın bizim için ne kadar önemli olması gerektiğini, hangi haberlerin üstünde daha çok düşünmemiz hangi olay hakkında konuşurken nasıl bir söylem kullanmamız gerektiğini bize gayet incelikli bir şekilde öğretir. Bizim ne hakkında düşüneceğimizi, bunu nasıl ifade edeceğimizi bize anlatır.

Haber üretimindeki bu süreçler, farklı çevrelerin çeşitli çıkarlarının haberlerin içeriğine ve diline yansıyabileceğini bize göstermektedir. Bunların farkında olan bilinçli medya tüketicileri olabilmemizin yolunun öncelikli olarak eleştirel bir zihinden, sonra da eleştirel bir medya okuryazarlığı becerisine sahip olmaktan geçtiği konusunda şahsen hiçbir şüphe duymamaktayım. Umarım sizler de benim gibi düşünüyorsunuzdur. Yoksa başkalarının sizin ne hakkında düşünmenizi istediği hakkında derin düşüncelere dalmak zorunda kalacağım :)

16 Mayıs 2017 Salı

Tarihsel Bakış Açısıyla Medyanın Güçlü Etkiler Kuramı: Sihirli Mermi/ Hipodermik Şırınga Modeli

Dünya, her yerini gezemeyeceğimiz, bütün farklılıklarını tecrübe edemeyeceğimiz kadar büyük bir yer.  Bu yüzden insanlar için hayat binlerce yıl boyunca yalnızca kendi yaşadıkları,gördükleri, hissedebildikleri çevreler,kişiler ve olaylardan meydana gelen özgün bir süreçti.


 Fakat günümüzde bu durum tamamen değişmiş durumda. Biz oturduğumuz koltuktan dünyanın bambaşka köşelerindeki hayatlara tanık olabiliyor, onların hayattaki faaliyetlerini hiç de oralara gitmeden yaşama şansına sahip oluyoruz. Bunu sağlayan mucizenin adı ise hepimizin malumu: Medya. Araç anlamına gelen ‘’medium’’ kelimenin çoğul halidir medya. Duygu,düşünce,bilgi,veri vb. her şeyin aktarıldığı ortam olarak tanımlayabiliriz medyayı. Bu bağlamda televizyon,radyo,kitap,karikatürler ne kadar medya ise bir etiket, bir kitap kapağı veya giydiğimiz tişörtün kendisi- üzerinde yazılar ve semboller olması durumunda- birer medya olarak adlandırılabilir.


Medya kelimesini duyduğumuzda ilk olarak büyük insan grupları için yayın yapan haber medyası aklımıza gelir. Televizyon kanalları, radyolar ve günümüzde sosyal ağlar kitleler için üretilen haberlerin bu insan topluluklarına iletilmesini sağlayan mecralar olarak öne çıkmaktadır.
Bu medyalar, zengin medya patronlarının veya birçok ulusaşırı şirketin ortaklığında , bizlerin izleyeceği,dinleyeceği,okuyacağı, bilgilendirici,eğlendirici,sosyalleştirici kültürel ürünleri bize sunmaktadır. İşte tam da burada hayatın ve gerçeğin algılanma şekli değişime uğramaktadır. Daha önce kendimizin yaşayarak edindiği bilgiler artık bizim tecrübemizden ortaya çıkmaktan ziyade, başkaları tarafından üretilen ,biçimlendirilen ve insanlara sunulan bir olgu haline gelmiştir. Bu da insanların gündelik yaşamlarındaki yaşayış biçimlerinden hayatı anlamlandırmalarına, bilgi edinmelerine, hayal kurmalarına kadar birçok şeye etki etmiş, onları dönüştürmüştür.



‘’Medyanın etkileri ‘’ kavramı birçok düşünür, bilim insanı tarafından araştırma konusu olmuş, bu konular hakkında çeşitli görüşler ortaya atılmıştır. Ben de bugün sizlere, ilk iletişim çalışmalarından ‘’ Sihirli Mermi/Hipodermik İğne’’ kavramından bahsederek, bu kavramın iddialarını sizlere anlatmaya çalışacağım.
1800’li yıllarda batı Avrupa’daki önemli sanayi hareketleri sonucunda, köylerde ve küçük kasabalarda yaşayan,el işi,zanaat ve tarım ile uğraşan kişiler fabrikalarda iş bulma düşüncesiyle büyük sanayi şehirlerine göç etmişlerdir. Sanayi devriminin en yoğun yaşandığı bu yüzyılda şehirlerin nüfusu kat kat artmıştır. Bunun sonucunda, bugün adına ‘’kitleler’’ denilen, kalabalık sayıda insanların bulunduğu büyük sanayi şehirleri ortaya çıkmıştır.
  
Büyük toplumsal dönüşümlerin yaşandığı bu dönemde, medya da sosyal değişimden etkilenmiştir. Sanayi devrimi öncesi el yazmalarıyla, kısıtlı sayıda insana ulaşabilen ilk gazeteler, matbaanın gelişkin formunun da yardımıyla bu kalabalık insan gruplarının hepsine ulaşabilecek yaygınlıkta haber üretebilme kapasitesine ulaşmıştır.

Dönemin iktidarları, bu insanları kontrol altında tutabilmek amacıyla medyayı önemli bir araç olarak görmüşlerdir. Çünkü bu dönemin sosyologlarının da iddia ettiği şekilde, kitleler cahil,tehlikeli ve toplumsal huzuru bozmaya müsait gruplar olarak algılanmaktadır. Bu sebeple de bilgilenme, iş dışı zamanda geçirecekleri zamanın da bir şekilde kendi kontrolleri altında olması gerekmektedir.


İlk iletişim çalışmaları da bu toplumsal koşullar yaşanırken yapılmaya başlanmıştır. Bu çalışmalar çoğunlukla yazılı basın ve radyonun kitleler üzerindeki etkisini araştıran,siyaset bilimiyle alakalı araştırmalardır. Kamuoyu oluşturma ve propaganda kavramları dönemin anahtar kelimelerdir.

Toplumsal kontrol ve değişim çalışmaların odak noktasını oluşturur. Kitleler için üretimin ortaya çıkması, bu ürünlerin kitleler tarafından tüketilmesi gerekliliğini de ortaya çıkarmıştır. Reklam ve pazarlama çalışmalarının ilk sonuçları da bu günlerde elde edilmiş, özellikle kitlelerin güdülerini harekete geçiren etkilerin üstünde yoğunlaşılmıştır.

İki dünya savaşı arasındaki dönemde,1930 ve 1940’lı yıllarda toplumsal hareketlerin yoğunlaşması sonucunda ise propaganda çalışmaları ağırlık kazanmıştır. Harold Laswell’in ‘’ Propaganda Tecnique in the World War I ( Birinci Dünya Savaşı’ndaki Propaganda Teknikleri) ‘’ bu alandaki ilk çalışma olmuştur ve öncü olma niteliği taşımaktadır. Laswell’in kuramına göre iletişimin formülü şu şekildedir : ‘’ Kim,kime,hangi kanalla,hangi etki ile,ne söylüyor?’’ İletişim düz,çizgisel bir süreç olarak algılanmış, bütün bu soruların yanıt bulması ve mesajın kişiler üzerinde istenilen etkinin yapması sonucunda,iletişimin başarılı olduğu varsayılmıştır.

Özellikle Nazilerin iktidara gelme sürecinde radyoyu yoğun bir şekilde kullanmaları, bütün bir ulusa kendi ideolojilerine destek vermeye ikna etme becerileri, propagandanın toplumsal kontrol ve bilinç yönetiminde ne kadar önemli olduğunun anlaşılmasını sağlamıştır.


Sihirli mermi kuramı, propagandanın insanlar üstünde kayıtsız şartsız etki ettiği anlayışına dayanır. Burada propagandayı yapan, mesajı gönderenler güçlü durumda; bu mesajı alacak kişiler ise tamamen zayıf ve pasif olarak görülmektedir.  Kitlelerin kendilerini savunmaları mümkün değildir. Okudukları haberler, radyoda duydukları cümleler, tıpkı derinin altına enjekte edilip anında etkisini gösteren iğne gibi, insanların kafalarından içeriye girer ve onların düşüncelerini istenilen şekilde etkiler.  Medya, psikolojik öz yapımıza derinlemesine nüfuz eder. En ufak bir sorunla karşılaşmaksızın bireyleri etkiler. Medyanın mesajlarına yeterli direnci gösterecek eğitimde ve bilinçte olmayan insanlar kendilerine sunulanları fazla sorgulamadan doğru olarak kabul eder, o mesajın gerekliliklerini yerine getirmeye başlar. İşte medya bu kadar güçlü bir araçtır ! Bununla alakalı kısa bir video için :

Bu teorinin en bilindik örneği ise Orson Welles’in Dünyalar Savaşı adlı tiyatro oyununu radyoda,gerçekmiş gibi oynamasıyla halkın kapıldığı panik halidir. Şöyle ki, Dünyalar Savaşı adlı tiyatro oyununda Marslılar dünyaya saldırmaktadır. İnsanların haber dinleme saatinde, Orson Welles’in bir son dakika gelişmesi olarak bu oyunu okuması, Amerika’nın Marslıların istilasına uğradığının söylemesi halkta çok büyük bir paniğe sebep olmuştur. Binlerce kişi arabalarına binip şehri terk etmişlerdir. Bunun hikayesini anlatan kısa bir video için :


Ve bu olayı bir de Orson Welles'in kendisinden dinleyelim.



Bu teoriler günümüzde artık kabul görmese, iletişimin çok yönlü bir süreç olduğu, bu süreçte mesajı gönderen ile alan arasında bir mücadele yaşandığı ve bu mücadelenin sonucunda anlamların oluşturulduğu görüşü ağırlık kazansa da medyanın etkileri konusunda yapılan bu araştırma daha birçok çalışmanın kapısını aralamıştır. Ben de bloğumda bu çalışmaların neler olduklarını sizlere anlatma gayretinde olacağım.